23 Mayıs 2009

YAZ GELİNCE BÜNYEYE


Zamanlardan şimdiki zamanda geçmişi silip süpürmüşken içimden ver elini yaz dedim kendi kendime...Sıyrılınca bezelyenin kabuğu gibi içimdeki kırık tanelerden şimdi daha mı huzurluyum ne ??? Evet evet öyle ...Hayatı fantalamasakta, muya gibi öteki yarımız olmasa da mutlu olmamak için kaç sebep sayabiliriz ki :D...


Acıları baskılamak değil bu ardında bırakmak...Yeniden doğmak belkide içindeki yitmişliklerden...Kolkola geçmiş renkli bahar baloncuklarını tenefüs ederken olmayan kırlarında koşmak belkide gözünü sevdiğimin İstanbulunda...


Esnerken ağzını kocaman açıp, rahatlarken en ince detayına kadar çarşafları sıkmak gibi bu...Yaz be güzelim yaz gelmiş bünyeye...Uçurum mu dinler yoksa acı mı takar ver elini gonca açmamış gül kalpli sevdiğim ver elini de gevşetelim şu hayatın civatalarını...Paramızı alamamışız, şişlerimiz inmemiş, geceleri dilediğince sevişemesende açmamış mutluluklar sakladığımız ağaç kovuklarına koşalım...


Beyaz eteklerini giy korkmadan kirlenmesinden elinde şarap şişen son yeşillik ada da buluşalım mı ne dersin ....Yaz be güzelim yaz gelmiş bünyeye keneden bize ne biz 75 liklerde balık olmaya bakalım....


Sevgilerimle....

18 Mayıs 2009

TÜRKAN SAYLAN EFSANE OLDU


Uğur Dündar'ın kaleminden müthiş bir Türkan Saylan yazısı

UĞUR DÜNDAR YAZIYOR
18 Mayıs 2009

Hiç unutmuyorum, 1977 baharıydı. Doğanın gelinlik kızlar gibi renklendiği günlerin birinde, Profesör Dr. Türkan Saylan ile, onun, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi”ndeki odasında buluştuk.
Türkan Hoca, Türk insanının filmlerden, romanlardan tanıyıp korktuğu, hatta doktorların bile yanlarına yaklaşmaya cesaret edemediği cüzzam (lepra) hastalarının tedavisi için savaş vermeye başlamıştı. Yurdu karış kırış dolaşıyor, karşılaştığı her cüzzam hastasını yeni bulunan bir ilaçla tedavi ediyordu..Bu amaçla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi”nin arka tarafında, ağaçlar arasında, çukur bir yerde inşa edildiği için uzaktan hiç fark edilmeyen küçücük Lepra Hastanesi de bu çabanın odağı olmuştu…

O yıllarda TRT nin tek kanallı televizyonuna yaptığım programlar büyük ilgi görüyordu. Hoca ile buluşmamız da, onun çağrısı ve toplumu bilgilendirme amaçlı bir program ricasıyla gerçekleşmişti.

Mütevazı odasında “Bakın çocuklar!” diyerek başladığı konuşmasında, toplumun cüzzamı (lepra) yeterince tanımadığını, abartılı filmlerden ve romanlardan kaynaklanan gereksiz bir korkunun insanlara egemen olduğunu anlattı. İlginç örnekler verirken, bağışıklık sistemi güçlü olanlara bu hastalığın kolay kolay bulaşmadığını, hatta bazen evli olan çiftlerde bile, hastalığa yakalananın diğerine bulaştırmadığını gördüğünü söyledi.

Benim içim rahatlamıştı. Ama kameraman ve sesçi arkadaşlarımın ürkekliği hala sürüyordu. Onları kendilerine bulaşmayacağı konusunda güçlükle ikna ettikten sonra hep birlikte kalkıp, Bakırköy”e, o minik kliniğe gittik. Çekinerek girdiğimiz yer, bir yatakhane görünümündeydi. Hoca o yataklardan birine doğru gitti. Karşılaştığımız görüntü anlatılacak gibi değildi.

Yatağın üzerinde oturan hastanın bacakları dizlerinden, kolları dirseklerinden itibaren erimişti. Kulakları ve burnu yoktu, gözleri görmüyordu… Türkan Hanım, yavrusunun saçlarını okşayan bir anne şefkatiyle yaklaşıp:

“Nasılsın (……) Hanım?” diye sordu.
Et ve kemik topu görünümündeki kadın, Hoca”nın sevgi dolu ellerine, eli olmayan kol kemikleriyle sıkı sıkıya sarılıp;
“İyiyim Hocam, çok iyiyim, Allah sizden razı olsun!” dedi.
Hocanın sevgi ve şefkat dolu yaklaşımı, hastanın verdiği cevap, o ana kadar “Acaba bana da bulaşır mı?” korkusuyla çekingen yaklaşımlar sergileyen ekip arkadaşlarım için de büyük bir motivasyon kaynağı olmuştu. Artık kendimizi hastalara çok yakın hissediyorduk. Hasta kadının yüzündeki gülücükler, televizyon çekimi yaptığımız gün boyu hiç eksik olmadı.
O gün bir acı gerçeği daha öğrendim. Türkan Hoca gelinceye kadar hastalar doktorlarla pek yakın bir temas içinde olamamışlar. Hatta bir hasta, tüylerimi ürperten anısını paylaşırken aynen şunları söyledi:
Daha önce tıbbiye mezunları bizi görmeye gelir ve şu karşıki tepenin üzerine dizilirlerdi. Hocaları da uzaktan bir şeyler anlatırdı. Biz hastalar, “Doktorlara hoş geldiniz demek için elleri bulunmayan bileklerimizle kopardığımız çiçekleri onlara vermek üzere yaklaştığımızda, hepsi adeta çil yavrusu gibi hastane bahçesinin içlerine doğru kaçışırlardı.”
Türkan Hoca, işte böylesine yüce bir bilim abidesiydi. Olağanüstü çabayla Türkiye”de cüzzamın neredeyse kökünü kazıdı. Binlerce hastayı topluma, ailelerine kavuşturdu…
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği”nde neler yaptığını, ne denli büyük başarılara imza attığını belirtmeye hiç gerek duymuyorum.
Ama gelin görün ki, fazilet cellatları, eli öpülesi, anıtı dikilesi bu çağdaş Türk kadınına şeytanın bile akıl edemeyeceği iftiraları yağdırmakta yarış ettiler…
Ama ne oldu?
Türkan Hoca bir efsane oldu.
Bir Türkan saylan ölür, bin Türkan Saylan doğar… Başımız sağ olsun…

11 Mayıs 2009

KIZI ARTİZ Mİ YAPICAN ????

Kırkı çıkmamış yavruya poz verdirdim ya ölmiyim ben emi :D...Güzel güzel pozlar mı verirmiş benim kızım :D ...

Nihayet hormonlarım düzene girer gibi e tabii hepimiz çok neşeliyiz optimist paranoyak hal almış bünye sanırım yazın geldiğini farketti...Doğal olarak neşeler saçıyoruz mucuk mucuk diye ... Kızı soktuğum şekiller sonucu son zamanlarda hayranlarımız arttı öyle şeker ki Allah nazarlardan saklasın her gören "oğluma alacağım" dedikçe yapımda emeği geçen babamız tarafından o kişilerle görüş yasağı yiğiyoruz...RTÜK ün başka bir versiyonu oldu çıktı adam :D...iki gündür ayağımızı dışarıya kızımla ikimiz atmış bulunuyoruz :D.O henüz hep uyuduğundan aklımdaki fotoğraf çekimlerini yapamıyorum doğal olarak :D ...Ama az kaldı lalelerin arasından sırıttırdım mı büyüdüğünde en azından yeşillikler içinde fotoğrafı olabilecek yavrumun...

Modern folk üçlüsü kaçtı sanki içime yaşasın yaz, yaşasın dışarı çıkabilme özgürlüğüm, kahrolsun kızımı oğullarına yakıştırıp alacaklarını söyleyenler...





Sanki yaşadıklarımı onca sıkıntıyı başkası yaşadı :D
YERİM BEN SENİ YERİMMMMMMMMMMM
:D

3 Mayıs 2009

GÜZELİM LOHUSAYIM ÇOK PİS DALARIM

İnsan bazen kendinden büyüklere kulak vermeli zannımca...Hani bu da nasıl bir kelimeyse " zannımca " . Adamlar boşuna dememiş kırk gün diye...Irkın etnik yapısından mıdır nedir biliyorlar demek ki yaşanabilecekleri...


Doğum sonrası dönemden bahsediyorum evet.Meşhur lohusalık dönemi ...Kapıların arkasına süpürgeler konulan, halı altlarına bebeğin kakalı bezi konulan ve daha bilimum yapılası gerekli bir sürü şey...


Hep birşeylerden korunma telaşı bebeğin kuşun kanadından dahi nem kapacağını düşünenler mi, yoksa "kızım sen yat bak bu zamanda gelen hastalık gitmez" diyenler mi ???İçimde birşeyler birikiyor farkındayım zaten ben son üç ayımda çok ağarlaşmış ayağımı arabaya dahi kaldıramamıştım şimdide üstüne kırk gün hapsi zannımca ( bak gene kullandım :D ) boğuluyorum :D

Parmaklıklar ardında dizisi varya dersin bizim aile büyükleri o senaryodan fırlamış...Usul usul beni katil doğanlar a sürüklüyorlar...
Hayat çok güzel bebeğim uslu ve sağlıklı çok şükür. Yapımda emeği geçen baba, yardımlarını esirgemeyen aile büyükleri ve benim biricik oğlum bu dönemimde bana ellerinden geldiğince yardımcı oluyorlar... Tabii ben kuyruğumla kudurmuyorum tek sorun bu dönemin en hırçın safhasına geçmiş olmam belki kimse anlamıyor ama level atlamış gibiyim...

İnsan önce hayat güzel yaşamak güzel diyip Nirvanaya ermiş gibi bir moda girsede devamında böhüüüü evresi başlıyor...Pencereden bakıyorum zaman zaman hani hayat dışarda nasıl devam ediyor diye ( fotoğrafta da görüldüğü üzere ) kargaları görüyorum, çoğu zaman ağızlarında çöp balkonumdan efektle kovaladığım sevimsiz şeyleri ama ama ama ağaca yuva yapmaya çalışıyorlar ve nasıl yağmur var o ne ben ağlıyor muyum ???

Arabayla Eda için kontrole gidicez Alaturka açıldı radyoda sanırım çalan parça " Ormancı " idi e ben gene ağlıyorum...Sanki ormanım yandı böğkkk...Ben pek ağlamam birde ağladığımı görenler ne yaptığımı anlamamış havasında birde sinir sinir aaaaaaaaaa ağlarım tabii yaaa...Amaaannnn işte o dönemde geçti şimdi hırçınlaşmış çemkirme dönemindeyim :D... Eşime ayrı oğluma ayrı esnafa ayrı herkese sarmış durumdayım...Eşimin gizliden " lohusalık dönemi nezaman geçicek" diye gizli gizli arkadaşlara sorduğunu duydum...Adamcağız alaca karanlık kuşağına düşmüş gibi...Allah hepimizi kurtarsın ee ne diyeyim...

Bu cimcime erken doğduğu için belkide bazen birşeyler yolunda gitmediğinde ben böyle hırçınlaşıyorum.çocuk konusundan dolayı korktuğumu Ona birşey olacağından böyle olduğumu söyliyemiyorum...Erken doğduğu için 1 aydır sarılık ve yarın idrar tahlili vereceğiz...Erken doğan bebeklerde karaciğer oluşumu tamamlanmadığından sarılık uzun sürebiliyormuş...Pozitif düşünüyorum kötü düşünmemeye çalışıyorum ama anladım ki 10 sene öncesine göre anormal hassaslaşmışım ve yaşam kalitemiz biz istemesekte sunileşmiş...Eskiden akla gelmeyen pekçok şey şimdi başa gelir olmuş...Anne olmak belki daha rahat, doktor olmaksa bukadar zor değildi o yıllarda...Ortaya çıkan onca sağlık sorunu yüzünden öğrenciliği bitmek bilmeyen sevgili doktorlara da sabırlar diliyorum...Tüm bunların yanısıra erken doğumun nekadar arttığınıda gözlemlerime dayanarak söylemek isterim...Hani ünlülerin bebekleri de erken doğduğunda derler ya oraları buraları çatlamasın diye erken aldırıyorlar diye yok aslında pekde öyle değil benim yattığım dönemde birtane zamanında doğan çocuk yoktu :(...
"Doğan her çocukta Tanrının insanlardan ümidi kesilmemiş demektir" sözü her zaman dünyaya dair karamsarlaşmamam için bana destek olmuştur...Dilerim ki mahvetiğimiz dünya, bize erken doğumlarla başlayan daha büyük cezalar yaşatmasın...
Bir küçücük gözyaşına nelerini vermezsin ve bir gülüşünde cennet huzurlarına erersin...Tanrım bebeklerimizi koru ve lohusalara da bu ülkede sabır ihsan eyle ...Ah! o kırk gün diyeni bir ele geçirirsem var ya çok pis dalıcam....

PORTAKALMAVİ...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı