28 Aralık 2008

GÜVENEMİYORUM AŞKA



Yorganı başıma çekerken üşüyen ayaklarımı daha bir karnıma çektim...Ağladığımı biliyordum...Üşüyen burnumdan akan sıcak yaşlarla yağıyordum yatağıma...Hep aynı şeylerin acısı değildi belki ama hep içime atmaktan dertli müzdarip kalbim kendimi ifade edememenin acısı ile yırtınıyordu sol yanımda...Herşeyi feda ettiğin ilişkinin sonunda "senden kimse bunu yapmanı istemedi" diye gelen tokatlar beni günlerdir hapsettiği içe dönüşümle, yalnızlığıma daha bir sıkı sıkı sarılmama sebep oldu...

Hep güvenememe korkusu ve devamında gelen aynı replikler...Yüzüme gülmeyin sövün...Ben aldanmaktan yorulmam ama ruhum çok kırgın...Kısa çöpü hep mi ben çekeceğim ve hep mi yalnızlığımla yaşadığım yüzleşmelerimde elimde sargı bezleri bu kalbi sarıp duracağım???...

Nafakası kesilmiş öksüz gibiyim...Öksüz müyüm,yetim miyim onuda bilmiyorum ya...Kocaman kelebekler saldım yüreğimden,kanat çırpışlarına alıştığım yoklukları ile yalnızlaştığım...Dilimde hep aynı şarkı güvenemiyorum aşka ....Daha bir sıkı sarılıp ikinci "s" olan sarsılarak ağlama hallerimle veda ederken aşka gözyaşlarımla suladım yeni umutlarımı...Kendi kendime elvadalarım, kendi kendime hep bu sancılanmalarım...Uzaklaşmayı isterken geceye, nekadar daha yağardım kimbilir bu sessizliğe...

Aşk acısına tampon yazıları....

Portakalmavisi...

26 Aralık 2008

ÖYLESİNE


BİRAZ UMUDUMUZ VAR

İçimizdeki umudu yeşerttiğimiz zamanlara inat onu taze tutmak şimdilerde okadar zorki...Hem Mozart Violin Concerto No.3 dinleyip hemde bu yazıyı yazmak biraz güç olsada içimdekileri yazmalıyım...Gözlerimden ığıl ığıl akan yaşlarla kalbim iyice hassaslaşmış hormonlarım abuklaşmış ve ben içimdeki umuttan utanır olmuşken çevremde benim gibi olanların varlığı ile bir umut da olsa paylaşmak lazım...
Zamanın birinde destanlar yazan, o destanları cihanın dört bir yanında konuşulan bir ülkenin evlatlarıyız biz...Beylik zamanlarından tutunda Kurtuluş mücadelelerimize kadar şanlı bir geçmiş yaşatmışız bu topraklarda...Ama daha sonrasında yaşananlar içimi acıttı bu gün...Ahlakın bittiği taban yapmış olduğu günümüzde sevgilileri ile arabada otururken kaçırılıp tecavüze uğrayan ve yol kenarına atılan genç kadınları okudum...Yapanlar kar maskeli aynı yurtta yetişmiş 3 adam...Üçüde evli belkide evlat sahibi...
Hep gelecek olan fenalıklar sinyallerini vermişti...Doğunun üreme politikası artık meyvelerini vermeye başladı...Fuhuş,hırsızlık,tecavüz ve yolsuzluların artması tesadüf değilki...Hane başına düşen çocuk sayısı, ailelerin eğitimsizliği ve çocuklara gerekli milli kültür ve ahlakın verilememesi normal vatandaşlarında yaşam özgürlüğünü özellikle şehirlerde tehdit etmeye başladı...
İçimizde biraz umudumuz var ona dokunmasanız olmaz mı sanki...Şimdi 2009 un Temmuzuna kadar yaşanacak ekonomik sıkıntılardan doğacak tehditlerde belli.Lütfen önleminizi alın...Bu arada Kürtçe bir kanalımız olmuş...Çok sesliliğe karşı değilim...Ama konu toprağımı,dilimi,anayasamı,namusumu tehditse karşıyım....
Hayatta ne ister insan hür ve özgürce yaşamak ...Bakırköy kadar nüfusu olan ülkelerin bile sahip olduğu milliyetçiliği neden kıskanır oldum ben...Ve neden bukadar az kalan umudumu yitirme kaygısı yaşıyorum....
Benim kendime soruduğum kadarını ceplerini doldurmaktan fırsat bulanlar kendilerine sorabiliyorlar mı...
Biraz umudu olan herkes gibi ömrümün sonuna kadar bu vatan için mücadele edeceğim ...Edeceğimde toprağımda rahat uyuyabilecekmiyim....Yaşamımdan vazgeçtim bunun teminatını verebilecekler mi...???????????????????????????????????????????

ÖLÜ BİR DENİZ YILDIZI - EDİP CANSEVER




Ey sonbahar! ey düşsel yolculuk! seni
Dolaştım yaz sıcaklarında, bekledim
Duydum ki benim değildi artık, doğanın
Kalbiydi uçurumlar toplamı kalbim.

De bana, anlat bana, öyleyse neden hatırlıyorum onu
O fırtına kuşunu gölgesini yere düşüren
Gittiydi geldiği yere, uzaklığına
Döner mi bir daha dönmez mi bilmem
Yüklenip yittiydi gözden onca çırpınışları
Ne sevinç bıraktıydı içimde, ne keder, ne acı
Bir sen kalmıştın sen, ey sonbahar ilimi, dörtnala gelen
Bir atın kalkışı gibi kalkıp da gözlerimden.

Parlar ki şimdi arasıra geceleri
Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda
Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk
O nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da.

Edip Cansever

PORTAKALMAVİSİ GÜLMECE ,KARİKATÜR






















MADEMKİ YOKLUĞUMLA DAHA MUTLUSUN - CEZMİ ERSÖZ


Portakalmavisi Yorum : Cezmi Ersözden öyle bir edebi yazı ki bu isteyen istediği paragrafta kendini bulur ya da söylemek isteyipte söyleyemediklerini...

YOKLUĞUMLA DAHA MUTLUSUN...

Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…

Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim?

Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun.

Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi.

Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim?

Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim?

Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın.

Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş...

Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili?

Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece...

Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi...

Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? ..

Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış...

Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere...
Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık...

Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili...

O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili...

Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık...

Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...'

Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben!

Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için...

Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına.

Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun...

Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun?'

Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki...

Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı...

Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun.

Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için...

Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun...

24 Aralık 2008

MİMLENMİŞİM - MEKANLAR

Duygu insanı, sevgili blog yazarı arkadaşımız YALNIZLIK OKULU mekanlar konusunda bir mim sallamış bana :D ...Ortayı almamak olmaz şimdi değil mi ??? Sevdiğimiz mekanlar konusunu görünce oturduğum koltuktan düşüyodum ahahahha! Universal Hastahanesi, Alman Hastahanesi denmez şimdi değil mi :D
Park ve bahçelere girersek eğer belli başlı bir kaç yerimden bilinmesine müsade edebileceklerim :P
Caddebostan sahil : Yalnız kalmak için arabaya atlayıp kaçtığım ve en çok sevdiğim yerlerden...Martılar var, adaları görüyorum ve deniz var...Gidersin sıcak kahveni alırsın titreye titreye de olsa kurulduğun bankında ne düşünmek istersen düşünürsün...
Vaniköy Sahil ( Alperenler çaybahçesi ): Ahahah! Pazar sabahlarının vazgeçilmez yeri...Daha birkere geçen büyük gemiyle ıslanmama rekorumuzu elimizde bulundurduğumuz oğlumun nefret ettiği :D bizim çok sevdiğimiz kahvaltı yerimiz...Salacakta da bir yer var :D
Anadolu Feneri :Deli gibi yalnız kalıp kafa dinlemek isteyeceğiniz yegane yer :P
Kalamış Mado :Zorla Fener maçlarını güruh halinde izlemek için sürünerek götürüldüğüm yer ama çaktırmayın seviyorum...
Kadiköy Moda Teras : Yazın orda otururken uzaklarda yüzen yunusları izleyebiliyorsunuz :D
Hem giderken sanki tarihin içinde yürüyor hissi oluşuyor Kadıköyün eski evleri sağlı sollu sıralanmışken...
Galata Meyhanesi : Rakıııııııııııııııııııııı Allahım ölücem rakı diye :D Hamile olup rakıya aş eren kaç kişi tanıyosunuz ki :D...Taksim istiklalde...
İstiklal : Hayatımızın kazındığı parke taşlı yolu o nostaljiden kayboluşu ve verdiği hazzı yazmamak olmaz değil mi ?
Bağdat caddesindeki Starbucks kafeler elbette bir iki tane özel olan var...Tabi ben bu aralar yoğunca hastahaneye gittiğim için sadece haftada bir kere çok sevdiğim boğaza gidebiliyorum :D...Boğazın heryerini yerim ben yerimmmmmmmm....
İste mimlediklerim....Siminya,Kelebenk ve Kadınlar kulübü
Portakalmavisi

22 Aralık 2008

NEKADAR KİRLİSİN ???


Kiloduna sildiğin günahlar kadar kolay değil aslında hayat

Bir çakının ucunda nefesin, trenin en son vagonunda da değil

Sana öğretilenlerden arınma zamanı belkide

İçgüdülerine dönme vakti bu, pisliğinde kalma zamanları değil

Haykırmadan ağzınla, yüreğini bir dinle bakalım

En çok neren kirli

Ellerin mi, beynin mi , elbiselerin mi ???

Ve yakarsan herşey temizlenir mi ???

Adımların nekadar derin ve sen nekadar sensin
VE

Yeni birine el uzatırken nekadar temizsin

...


Portakalmavisi

ÜÇ TEKERLEKLİ HAYATLAR

Dünya ne kadar da güzel bir yerdi...Evimizin az ilersinde koca gemileri taşıyan boğazdı güzellik...Sabahları bilmediğim horozlara değer martı sesleriydi beni uyandıran...Yemek yemediğim zamanlarda ayakkabılarımı kaçıran Arap dı en büyük korkum...Ve yeşillikler arasından "geliyorum anneeee " diye bağırmaktı yaramazlıklar...Yediğim böğürtlenlerle sıvanmış yüzüm, elimde şeffaf çekirdek poşeti içinde envayı çeşit böcekler ve ceplerimde neşe palamutları...Senelerce hep ben onları neşe palamutu sanmıştım ve benim için onlar hep öyle kaldı..

Üç tekerlekli zamanlardı ozamanlar...Bisikletimizin önünde plastikten bir sepet ve içinde çocukluğumuz...Akşamları güneş batmadan eve pedallanan hayatlardı birazda. Bir elinde köpürmüş taşmış gazoz şişesini yalaya yalaya eve gitme halleri...Kocaman palamutları yakalama telaşı, ekmek arası midye kızartması kokuları, babamın ellerinde beyaz sabun kokusu...

Deli gibi çırpınan ellerimle anneme el sallama seramonilerimdi okula gitmelerim...Gözümde iki damla yaştı aşılar ve rengarenkti elimde tahta sopalı macunlar...

Sekseğimin taşı, ah gözümün nuru,üç tekerlekli kaçışlar zamanı ...Gelde sarmala şimdi beni eli havada hoş geldin diye çırpınan beni ...Tüm sıcaklığın , tüm kokuların yüklenin üç tekerlekli bisikletime bir ziyaretime gelin...Başıma tac etmezsem ne olayım....

Portakalmavisi...

GÜZEL BİR HAFTA

Image Hosted by ImageShack.us



19 Aralık 2008

ERMENİLER VE İNCE HESAPLARI

Ben çocukluğumdan beri Rum ve Ermeni komşularımızla büyüdüm...Olayı sıcak bir çay tadında yanında simit gibi anlatmıyacağım...Evet çok iyiyidik.Asla saygıda kusur etmez, ölümüz, hastamız oldumu en önce bizler birbirimize koşardık...Ama iş kız alıp vermeye geldimi adımlar bağlanır hatta insanlar çirkinleşebilirdi...Azda olsa ekmeğini yedikleri topraklarda etnik milliyetçiliklerini yaparlardıda yaparlardı...


İşin komik tarafı Türk tarihini bilen herkes Türklerin dünyada varoluşlarından bu yana feth için gittikleri yerlerde dahi varolan milletlerin haklarına saygılarını ve kadınlarının ırzlarına geçmiyecek kadar asil olduklarını bilir...En fazla işgali bu memleket gördü...Kendi toprağımızda doğan büyüyen ekmeğini yiğen insanların şerefsizliklerinide ençok bu ülke insanı yaşadı...


Bu gün özür dilemek için kampanya başlatanların milli onur,şeref ve namuslarından şüphe ederim ben...Bu ülkenin verilecek bir karış toprağı yoktur derken bir karış toprak için bukadar adileşen ince hesaplar kuranlar karşısında ciddi bir tarihi sunum göstermeyenleride anlayamıyorum...

Zamanında işgalcilerle Türk halkına yapmadıkları eziyet kalmıyan, cephede mehmetçik açken kilerleri ağzına kadar buğday dolu olan azınlıklar yardımlarını işgalci askerlere yaparken bu Anadolu halkı ayaklandığı sırada hesap sormuşsa bunun adı soykırım mıdır...Peki Yunanın,İngilizlerin,Fransızların,Ermeni çetelerinin ve onların uzantısı Asalanın yaptıkları neydi ????


Daha fazla yazmıyacağım...Tüm özür dileyecek şahısların vatandaşlıklarının dahi alınmasını istiyorum...


Hasankale'de, ermeniler tarafından şehit edilen kadın ve çocuklar.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.

16 Şubat 1918'de, Erzincan'ın Vagarir köyünde, ermeniler tarafından şehit edilen ve bir evin arkasında bulunan şehit edilmiş Türkler.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.



Erzincan Odabaşı bölgesinde, birbirlerine bağlanmış halde öldürülmüş kadın ve çocukların cansız bedenleri.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.


Silvan civarında, Beşnik ermeni köyüne Van ve Tolorya'dan gelip, Doryan Dano ve kardeşlerinin başında bulunduğu ermeni çeteleri tarafından 11 Haziran 1915 tarihinde Şeytankaya mevkiinde şehit edilen milis subayı Hamid Efendi komutasında bulunan erzak kafilesi, jandarması ve subayları.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.


29 Ağustos 1914 tarihinde ermeni çeteleri tarafından Siverek-Urfa Yüksekyol ve Karacadağ civarında türbe ziyareti sırasında esir edilip canlı hedef yapılarak şehit edilen Müslüman Türkler.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.


Diyarbakır'ın Şark nahiyesine bağlı Hızır İlyas köyü Mersani deresi (23 Temmuz 1915). Hono ismindeki ermeninin başında bulunduğu çete tarafından hançer ve kurşunla şehit edilen erkek, kadın ve çocuklar.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.


Ordudan hava değişikliği için terhis edilen ve 23 Temmuz 1915 de Diyarbakır'ın Lice kazasına bağlı Kum ve Çom köyleri civarında elleri ayakları bağlanarak ermeni komitecileri tarafından şehit edilen askerler.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.


Sivas'ta ermeni çeteleri tarafından yapılan katliamda boğazı kesilerek öldürülen jandarma Mustafa.
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.


Erzincan'ın Odabaşı bölgesinde, ermeniler tarafından oyularak katledilen bir Türk.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.


25 Nisan 1918'de, Subatan'da ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.


Erzincan'da ermeniler tarafından ırzına geçilerek öldürülen Pakize adlı bir Türk kadını.
Kaynak: Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.


Balta ile Katliam: İzmit'in Kollar köyünden ermeniler tarafından balta ile katledilen Müslümanlardan bir kısmının olaydan sonra çekilen fotoğrafı; 1- Boşnak Malik 2- Abdulmecid oğlu Ali 3- Ali oğlu Seyid (14 yaşında) 4- Ömer oğlu Abdulgani 5- Abdulgani oğlu Mecid 6- Abdullah oğlu Hüseyin 7- Bekir oğlu Yusuf 8- Osman oğlu İsmail
Kaynak: Ermeni Ayaklanmaları ve İhtilal Hareketleri.

18 Aralık 2008

HUZUR DURAKLARI

Maviyi sakladıkları yerleri bulma çabası bu bendeki...Kah bir tabloda,kah bir mekanda...Yolda yürürken rastladığımda takılıp kaldığım huzur duraklarını anımsama halleri bu bendeki...Çok güzel mavi ciltli bir kitapta,uçsuz martılar altında uzanan denizde,varoluşun anlamı saklı olan gökyüzünde...



SUFİ SAJA: BEDEN ve MEZAR

SUFİ SAJA: BEDEN ve MEZAR

17 Aralık 2008

AYRILIK


Senden geriye kalan karşı kıyıda bir ayrılık
Gök maviliğince bol hasretli, birazda kırık
Ne rüzgarlar eser benden yana
Ne de ağıtlarım sana ulaşır.
Küçücük kelebek kanatlarında uçmadınsa
Bedenini sarmadıysa özlem,hasret fazlasıyla
Aşkımın adı olsun ayrılık
Cana acı veren hasretli, birazda kırık
...
Portakalmavisi

ÇIKIN ÇANAĞI ÇÖMLEĞİ PATLATICAM :D


Şimdi terlemişimde sanki üstüme karlar yağmış gibi hissettim birden...Utanmasam titrerimde. Durağanlaştırdığım bünyeyi yavaş nefeslerle sakinleştirebiliyorsunda neden acaba bu beyni sakinleştiremiyoruz...Kin, intikam ve benzeri pek duygu barındırmıyan insanlarda olmadık kişileri gördüğünde bünyenin verdiği tepki işte bu...


Seneler evvel bir bayanla tanıştım ben.Yanyana apartmanlarda oturan ama birbirini tanımıyan insanlardandık...Arabayla ilgili bir problemi vardı bayanın.İster istemez dalıyorum böyle durumlara sanki içimde bir yardım modülü var...Ordan burdan derken ben bu hanımla güzel arkadaş oldum...Akşamları iş dönüşlerinde uğrak yerimiz mahallemizin eczanesinde de rastlaşmalarımız artınca ne güzel dedim ya kompleksiz, konuşunca huzur veren bir arkadaş buldum...Çok özeline girmeden şunu söyliyeyim etraftan bir kaç kişi kızım yanlış kişiyle görüşüyorsun dedi...Ne yanlışı canım ne güzel bir kadın işte, hoş sohbet, zeki kafa dengi...Ben çok dürüstümdür tabii bu durumları o kişiylede paylaştığımda bana etrafta kendisini çekemeyenler olduğunu bu sebeple konuşmuş olabileceklerini söyledi...


Ben çok komiğim ama "Aaa! Nurdan Teyze neden böyle diyorsunuz" diye amma kişiyle zıtlaştım, tanıdığımı sandığım kadını savundum ahahahah!...Sonra ne mi oldu...:D...Komiser emeklisi bir abimiz vardı hani yaşlı ama zamparalığı yerinde bir akşam kolumdan tuttu " eğer O nun evine girersen veya o sana geldiğinde polis evini basarsa sakın benden yardım isteme" hala dikleniyorum "ne istiycem ki yardım ya hem neden polis gelsin :D"...Az yollu bir vurun kahpeye durumları var bende hep kahpe sanılan insan melek çıkıcak diye mi şartlanmışım nedir :D...Söyledimde dedim "eğer böyle böyleyse söyle bana, bana dürüst ol ciğerimi ye"...


Kaba tabiriyle bizim kahpe melek çıkmadı...Ciddi ciddi burda dadılık yapan rus kızlarını pazarlıyormuş...O işi yaptığı için değil en çok bana dürüst olmadığı için bu sıfatı yazdım...Olayı öğrendiğimde karşısına çıkıp birdaha kendisi ile görüşmeyeceğimi söylediğimde bana söylediği şu oldu..."Sana zarar gelmesine izin vermezdim"Olay yaptığı iş değil, dürüst olamamasıydı he evet olayın diğer boyutuda var ama en azından benim önceliğim o değildi...


O nu görünce işte terlemişimde üstüme karlar yağmış gibi hissettim...Dürüstlüğün ve tüm samimiyetinle komşu diye birisine yaklaşıyorsun çürük yumurta çıkıyor :D...Hayır kendime kızdığım nokta şu neden hala insanları kendim gibi sanıyorum ki...Bu arada bu başıma gelen geldiğinde de canımı sıkan ilk tesadüfü komik olay değil...


İnsanları tanıyacaksın, anlıyacaksın of offf...Sonrada neden yalnızız diyoruz...İş hayatım, sosyal hayatım,ailem, çevrem, burnumun dibi, sağım, solum yamuk yapanlar ve yapma potansiyeli olanlar çıkın bakalım çanağı çömleği patlatıcam :P

16 Aralık 2008

KULAĞA KÜPE

Image Hosted by ImageShack.us


PORTAKALMAVİSİ GÜLMECE - Yiğit Öztürk











KOCA ADAM - Portakalmavisi şiir



KOCA ADAM

Sen kocaman dağlar gibi eşsiz adam

Sen içinde göller barındırıp

Dışarıya güç veren adam

Ellerin kalbin ve o gözlerin

Aşk aşk bakarken bana

Kocaman sahillerin sıcak kumları yağıyor kalbime

Her sarılmandaki vedan

Her vedandaki kavuşman

Bir bez mendil kıvamı tüm bu yaşanılanlar

Kalmadı o zamanlardan fazlası ey koca adam

Nefesim daha bir nefes her kavuşmamızda

Güne sığmaz saatlerdeki ayrılıklarda

Yok olmalarımdan arta kalanla

Elim camda gözlerimde hasretin

Haydi gel be koca adam

İçinde hüzünler çoğaltıp

Dışında çorak topraklar barındıran adam

...

Portakalmavisi

12 Aralık 2008

KORKU,ACI VE YALNIZLIK


Nekadar da sakindi hastahane ...Gündüzün hareketi gece neden yok ki insan daha bir fazla kalakalıyor sanki kendiyle, acısıyla ve korkularıyla...Eşim bir yanımda, eniştem bir yanımda doktorun gelmesini beklerken artık oturamıyordum da canım fazlasıyla yandığından ya da oturunca zaman duracak korkusundan dolanmaya başlamıştım...Doktor geldi aceleyle "alttan muayane edeceğiz sakin ol lütfen" dedi ....Hemşire ve doktor beni götürürken arkamdan eşime ve enişteme "siz gelmiyeceksiniz" dediğinde "Yalnız kaldın işte kızım" dedim kendi kendime bir çırpıda biryerlerden geçtim odalar içinde odalara girerken bakıp görmeme moduna soktum kendimi çünkü ne yaşayacaksam hatırlamayı istemiyordum....
Saat 18:30 Akşam üstü yaşananlardan saatler evvel...
Antibiyotiği almama rağmen ağrılarımda bir azalma olmadı...Artık oturamıyorum belimden aşağı şiddetli sancılar çekiyorum...İki gün evvel başlayan sancılar büyük bir ihtimalle idrar yolu enfeksiyonundan kaynaklı sancılardı...Bekletmeden verilen antibiyotiği almaya başlamış iyi olmayı ümit ediyorken üçüncü güne girmeme rağmen şiddetlenen sancılar beni bayağı korkutmaya başlamıştı...Doktorum artık en yakın hastaneye gitmemi ve kadın doğum doktoruna muayene olmamı istemişti...Doktorum mu o şehir dışında bu sebeple en yakın yere gitmemi önerdi...En yakın yere vardığımızda annem zaten hastahanenin önünde bizi bekliyordu...Karnımda sertlik var mı, yoksa belimde ağrı var mı hep sorulan sorular bunlardı...Doktor ultrasona aldı, bebeğim 19 haftalık daha çok küçük...Ölçümleri yapılırken herşey 19 haftaya uygun bulundu ve zaten o içerde oynayıp duruyordu...Oğlum çok durgundu ne olduğunu bilip üzmemek adına hiç birşey sormuyordu...Bebek daha küçük olduğu için erken doğum değil düşük riski olarak adlandırılıyor yaşadıklarım....Yarım saat içinde çıkan tahlillerde idrarımda ve kanımda birşey bulunamadı.Böbrek sancısı gibi görünen şeyin ne olduğu anlaşılmadan 8 saatte bir içmem için yeni bir antibiyotik ve genelde kadınların muayyen gününde kullanılan bir ağrı kesici verildi...Doktorun bu gece burada kalın isteğini oğlumu düşünüp geri çevirdim....
Saat 3:30 yaşananların gecesi
Uykumdan uyandığımda saat gece yarısı idi...Okadar sancım vardı ki salonda turlamaya başladığımda "aslında acı yok" derken içimden şiddetle giren kramplar "nah acı yok " edasındaydı...Kah koltuğa oturup ağlıyor kah dolanıyordum duramıyordum....Aklıma seneler evvel aldığımız balık geldi...Satan kişi balığın yavrulayacağını söylediğinde yumurtlayacağını sanmıştık oysaki balık ciddi ciddi yavru doğurmuştu...O da benim gibi sancı çekiyordu gece sabaha kadar akvaryumda bir aşağı bir yukarı inip çıkarken sabaha karşı onbir yavru doğurmuş ama kendisi ölmüştü...Okadar kötüydümki saat 3:30 u ben 5:00 görüp ağrı kesicimi içmiştim bile...Tuvalete gittim ve beynimden vurulmuşa döndüm...Bildiğim tekşey kanama olursa bebeğin düşeceği idi...Eşimi kaldırdığımda O nu birdaha o halde görmeyi istemediğimi sonrasında anladım...Çok kötüydü...Bilmiyorduk ve ben dayanılmaz acı ve bebeği kaybetme korkusunu hat safhada yaşamama rağmen en güzel ses tonumla oğlumu kaldırdım giydirdim ve annemi aradım...Annem ağlamaya başladığında Ona metanetli olmasını bile söyledim...Doktor karnımda gevşeme ve sertleşme olup olmadığını sordu "yok benim karnımda birşey bebek oynuyor" dedim...Sonradan öğrendim ki çoğu anne hala bebeği oynuyor sanırmış...
Oğlumu anneme gönderdim...Aslanlar gibi doktoru bekledim eşim ve eniştem geldiğinde kanamaların takibini yapan hemşireye olaydan uzaklaşmak için abuk subuk sorular sorduğumu farkettim...
Sonra malum tek başıma doğumhaneye alındım...Alttan muayene edildim ki bu uygulanması gereken bir prosedür rahmin açılıp açılmadığını başka türlü anlayamıyorlar...Rahmim açılmamıştı tekrar ultrasona bağlandım bebek o meşhur gölge dansını yapıyordu...Annesi değildi o acıları çeken, O nu kaybetmekten korkan sanki O nu gördüğümde ağlamakla karışık gülmeye başladım...Ne olduğunu kimse anlayamadı ama en çok böbreğimden şüphelendiler...
Ertesi gün iç organlarıma bakılması için gene ultrasona girdim...Gece kanamam azdı ama canım fazlasıyla hala yanıyordu...Ağrıyı baskılamak istemediklerinden ağrı kesici vermediler...
Ultrasonda böbreklerime,safrakeseme , apandistime ciddiyetle bakan doktora cinsiyetini görebiliyormusun diye sorum...Bana güldü bunu söyleyemem dedi...Lütfen dedim...Zaten ben bittim doktor biraz umut ver der gibi bakınca KIZ dedi....Eşimle okadar sevindik ki yemişim düşük riskini dedim...
O gün bir kol düğmesi büyüklüğünde bir kan pıhtısı attı bünyem ve acılarım bitti...Belkide herşey o pıhtıyı atmak içindi...Hem korkmamamı söylediler kızlar daha dirençli oluyormuş...Herkes hemşireler,doktorlar "ben bu bebeği doğuracağım" diyeceksin dediler...Bende hep içimden bunu söyledim ve recep ivedikteki sahneleri düşünüp kendimi güldürdüm...Çünkü kötü düşünce kötü hormon salgılanması bebeği vücuttan atıyormuş...Herkesi aradım...Düşük riskim var ama KIZIM OLUCAK diye....Okadar heyecanlandık ki insan nasıl böyle bir moda giriyor bilmiyorum :D
Yirmi gün yatmam gerekmiş ama iki gündür sinemalardayım...Görmediğim film kalmadı...Hayattan kopmak istemiyorum...Kızımın benden gitmesini istemiyorum...Kocaman bir bayram acı, korku ve zaman zaman yalnızlıklarımla geçti ama geçti....
Neden herşeyi yazıyorum??? Bu zamana kadar hamileliklerde kanama ile 9 ay tamamlandığını bilmiyordum bunu öğrendim...Panik çok kötü birşey ve daha kötüsü bilmemek...Ben bilemedim siz bilin istiyorum belkide...
Hepinizin geçmiş bayramı kutlu olsun...
Sevgilerimle....
Portakalmavisi

1 Aralık 2008

PORTAKALMAVİSİ FOTOĞRAF


Benim adım "Ebruli"...Biraz gerçek biraz rüya
Yalanımı sevsinler aşksız dönmüyor dünya
....

OLAYIMIZ BELLİ "GÜLMECE"












HAFTAYA ŞİİR

AŞKTAN NEFES ALAMADIĞIM O YERDE

Çocukluğumun bahçesiydin sen
bütün bilinen mutluluklardan uzakta,
o sarışın akşam üstlerinde,
ıstırabın eşiğinde...
Nefesim sıkıştığında seni sevmekten
ömrünü okurdum o acı neşede,
boşalırdı ağzımdan o kanlı nefes
sonra çok özlendiği için acımasızca talan edilen
her baharda dönerdim oraya...
O sarışın akşam üstleri
hiç gitmediğim uzaklardan döndüğüm yer olurdu...
Bilinen bütün mutluluklardan uzakta
kalırdım orada,
kalırdım çocukluğumun bahçesinde,
aşktan nefes alamadığım o yerde...

CEZMİ ERSÖZ

EN YAKINIMDAKİ KİTAP DEĞİL BİR ÖTEKİ :D

Ne güzel bütün arkadaşlarımın blog sayfaları okudukları en yakınlarındaki kitapla ilgili bilgi ile dolmuş...İşin içinde sevgili woodoo girl ve Nily var :D...Sevgili Kırmızı Gün(lük) ( beenmaya ) da okadar güzel bir kitaptan bahsetmişken bende en yakınımdakini yazayım dedim ve elime gele gele İlköğretim Okulları için olan Yazım Klavuzu geldi :D....Ama o sayılmaz :D bizimki çantasına koymayı unutmuş :D...Elime en yakın diğer kitap Binbir Gece Masalları Cilt1 den...

"Bana gelince, sadece çift sürmeye ve dolap çevirmeye yarıyorum"dediğini duymuş...
Adı mim aslında bu paylaşımın fakat kimsenin sizi işaret etmesine gerek yok kendinizde isteğinizle katılabiliyorsunuz sadece alttaki kurallar ile...

-Kendinize en yakın kitabı almak
-Sayfa 56’yı açmak
-5.cümleyi bulmak
-Cümleyi bu kurallar ile birlikte yayınlamak
-En sevdiğiniz, en moda veya en entellektüel kitabı seçmeyip, en yakınınızdakini almak...

Sevgilerimle...

SEVGİ DAĞATTIM DÜN GECE


Karşıma geçmiş "ama ama ama" diye konuşmalarını dinlediğim insanlar bilmem kaç yıl flört etmiş, nişanlılık süreçlerinide başarıyla tamamlamış ve sonrasında kutsal müesseseye dahil olmuşlar...Hep söyledim ve söyliyeceğim isterseniz yüz yıl flört edin, bilmem kaç yıl birlikte yaşayın evlilik daha başka birşey...Emek isteyen birşey...Sonunda kapıyı vurup gitme lüksü insanı düşündürükten sonra gelen birşey...
Birbirlerini çok seviyorlar biliyorum, çokda güzel bir birliktelikleri var fakat her evli çiftin başına gelen ama çoğu bunu anlamadan biz anlaşamıyoruz diyip mahkemede olayı sonlandıran çift gibi ortak paydayı bulma mücadelesine girmişler...Herkes ayrı ayrı farklı aile ve kültür yapısından geliyor...Dolayısı ile sevgiyi,acıyı yansıtış biçimleri çok farklı...Babasının annesini yanlarında yüceltmediği veya sevgi sözleri ile şımartmadığı bir adamdan eğer kendisini geliştirmemişse bunları yapmasını evliliğin ilk yıllarında beklemek aslında biraz erken oluyor...Erkek zamanla içine girdiği aile ortamında eğer kadın zeki ise sevgisinide, öfkesinide,acısınıda göstermeyi paylaşmayı öğreniyor...Eskiden erkekler kadınlara sevişmeyi öğretirmiş ya şimdi de kadınalr erkeklere belkide insan gibi davranmayı öğretiyor...Bilmiyor mu erkekler nasıl davranacaklarını?? Hayır biliyorlar ama çok fazla yüzeysel...Çünkü kedi gibiler ailede anneden hep sevgi almışlar nasıl verilir bilmiyorlar...Kıskançlık ve yersiz öfkeler patlamalar hep bu yüzden...Kendileri için endişelenen,merak eden bir kadına olayın derinliğini anlamadan SENİ ARAMAYI UNUTTUM diye biliyorlar...
Bizim kızımızda çok kırılmış...Kırgınlıklarını konuşmuş ama belliki kapatamamış geçmişi..Şimdi en küçük sorunda hep o eski kırılmalar göz önüne seriliyor...Erkek aval aval bakıp "Dört sene olmuş birşey ama bu " derken bile karşısındakini kırdığının farkında bile değil...
Lütfen ilişkinizde ne yaşıyorsanız kırgınlıklara dair açık iletişimle, ima etmeden çözme yoluna gidin...Yoks asorunlar aslında küçücükken kocaman bir hal alabilir...
Peki ben ne yaptım...Onları dinledim ve hep söylediğim şu cümleyi kurdum ...Hayatın sonu gibi gelen yaşadığınız bu sorunu daha yaşarken çıkın o bedenden ve dışardan kendinize bakın...Belki biraz objektif olabilir ve neyi nekadar abarttığınızı görebilirsiniz...Asla ne senin ne de senin doğrun diğerinin doğrusu olmak zorunda değil...
Kardeşim dominant olmakta biryere kadar...Adamla hayat paylaşıcaksın evliliği sen şunu yaptın, ben ondan bunu yaptım diye sidik yarışına çevirmenin anlamı ne :D...Amaç çok önemli ben bu adamı yenerim, döverim mi yoksa ben mutlu olmak istiyorum mu ???
Onlara Yüzyılın Aşkları kitabından Enver Paşa ve Naciye Sultanın ilişkisinden örnekler verdim...İletişim çağında iletişim kuramadıkları içinse ayrıca tebrik ettim....Bir süre sonra yüzlerinden rahatladıklarını anlayabiliyordum çünkü sorun ettikleri şeylerin temelinde neler olduğunu daha iyi anlamış konuşmaları gerekenin gerçekte o olduğunu anlamışlardı...
Bu sevgi varya bu sevgi SENİ SEVİYORUM demek kadar kolay değil iş paylaşmaya geldiğinde ....Evlilikler de, sevgi de emek ister...İstanbul trafiğinde çıldırsanda,ekonomiden daralsanda, hergün en iğrenci ile karşılaşsanda insan olmayı ve sevgi paylaşmayı unutmamak gerek...
Portakalmavisi....

YENİ HAFTA



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı