30 Ağustos 2007

MAZİ KALBİMDE ÇİMEN YEŞİLİ


MAZİ
Mazi kalbimde çimen yeşili....
Babamın sesi, annemin elleri...
Küçük köşkün acı kokulu papatyaları...
Viran kömürlüklerin saklambaçları..
Hey istop ve yakartop
Nerdesin Üstü benekli mavi top
Dizimin kanı, çenemin yarabandı
Gözümün yaşı,saçımın pembe tokası....
Gece karanlık korkularım,bebekli pıjamalarım...
Çarşafların ütü kokusu,
Mutfaktaki köfte kokusu,
Annemin gözündeki baharlar,
Babamın beyaz sabun kokusu
Kışın naftalin kokusu
MAzi kalbimde çimen yeşili,
Annemin sesi, babamın gözleri
Sakladığım deniz minareleri
Kalbimin en saklısı gizlisi

Agnus Dei

BAŞKA DÜNYADA ŞARKI SÖYLEMEK


Alıntıdır...
Ben henüz çok küçükken eve bir telefon almıştıkTelefonun bağlı olduğu cilalı çerçeveyi ve parlak ahizeyi asla unutamam. Saatlerce onun karşısına geçer ve seyrederdim. Hatta o derece ki, telefon numaramız olan 105'i bir an bile aklımdan çıkaramıyordum, telefonla konuşacak yaşta değildim, zaten boyum da telefonun bulunduğu yere yetişemezdi. Fakat annem konuştuğu zaman, onun karşısına geçip hayranlıkla ona bakardım. Bir keresinde beni kucağına alıp ahizenin yanına kaldırdı ve beni babamla konuşturdu. Bu, bence unutulması çok güç bir olaydı. Sevinçten ve mutluluktan uçuyordum.Zamanla, bu telefonun içinde canlı bir yaratık bulunduğunu, "Lütfen Danışma" olduğunu ve bu Bayanın ne sorulursa hemen cevap verdiğini öğrendim. Annem ona defalarca başkalarının telefon numaralarını sormuştu; bir iki kere de saatimiz durunca gene ondan sorup doğru saati öğrenmişti.Telefondaki bu cinle konuşma fırsatını ilk olarak annemin yakın komşumuzu görmeye gittiği ve benim de evde yalnız bulunduğum bir gün elde ettim. Bahçede oynarken, kaza ile elimdeki çekici parmağıma indirmiştim, sancıdan kıvranırken, ansızın aklıma "Bayan Danışma" geldi. Koşa koşa içeri girdim ve ufacık iskemlenin üzerine çıkarak telefonun alıcısını kaldırdım. Alıcıdan acayip gürültüler geliyordu. Ağlar gibi bir sesle:- "Danışma lütfen" dedim. Karşımda gayet tatlı bir Bayan vardı. Ben tekrar ağlayarak: - "Parmağımı acıttım. Ne yapacağımı söyleyebilir misiniz?" diye sorunca, makinenin içindeki bayan bana:- "Annen evde yok mu?" dedi. - "Hayır, evde hiç kimse yok."- "Parmağın kanıyor mu?"- "Hayır, çekiçle vurdum, şimdi acıdan kıvranıyorum." - "Buz dolabını açabilir misin?" - "Evet", diye cevap verince, Bayan Danışma sözlerine şöyle devam etti: - "Peki, dolabı aç ve buzluktan ufak bir parça buz çıkararak acıyan yerin üzerine bastır. Dikkat et, yerleri kirletip buzları dökmeyesin. Biraz sonra sancın dinecek. Artık ağlama ve bir daha sefere daha dikkatli davran." O günden sonra da en ufak bir bilgi için Bayan Danışmayı rahatsız ediyordum. O ise, en ufak bir hoşnutsuzluk göstermeksizin hemen bana yardım ediyordu. Coğrafya derslerinde, aritmetik problemlerinde hatta ve hatta parkta bulduğum sincabın beslenmesi için bana yardımcı olmuştu.Bir gün çok sevdiğim kanaryamız Peter kafesinde ölü bulundu. Ağlayarak hemen telefona sarıldım ve Bayan Danışmaya büyük acımı bildirdim. O da, diğerleri gibi, basit sözlerle beni yatıştırmaya çalışıyordu. Halbuki ben ondan daha fazla anlayış bekliyordum. Peter gibi güzel öten bir kuşun ölümünün olmayacak bir şey olduğunu ona anlatmak istiyordum. Sonsuz acımı anlayan ve onu paylaşmaya çalışan Bayan Danışma bana şu öğütte bulundu:- "Beni dinle Paul, haklısın böyle güzel öten bir kuş ölmemeliydi, fakat unutma ki, çok daha güzel bir dünyaya gidiyor ve orada da ötmesine devam edecek. Onun için artık üzülmen yersiz."Başka bir gün de, telefondaki cinden bir kelimenin anlamını soracaktım. Tam alıcıyı kaldırıp, Bayan Danışmayı istemiştim ki, yavaşça odaya giren kız kardeşim, beni korkutmak için ansızın bağırdı. Birden yerimden sıçradım. Sıçramamla birlikte duvara çakılı telefon alıcısı da benimle yere düştü. Telefondan teller fırladı. Bayan Danışma'nın sesi hiç duyulmuyordu. Yarım saat sonra kapımız çalındı ve telefon tamircisi olduğunu söyleyen bir adam gelerek telefonumuzu hemen tamir etti. Bizdeki bu bozukluğu kendisine yine Bayan Danışma'nın bildirdiğini de sözlerine ekledi.Dokuz yaşıma bastığım yıl, evimizi değiştirdik. Evle birlikte, o eski telefon alıcısını da değiştirip, daha modern bir alıcı satın aldık. Bu alıcıyı hiç sevmemiş ve Bayan Danışma'nın ancak o eski alıcıda bulunduğuna nedense inanmıştım. Yıllar geçip de delikanlılık çağına girince, bazen eski günleri düşünür ve telefondaki o bayanın saatlerce ufak bir çocukla uğraşmasını ve onun saçma isteklerini ve sorularını eksiksiz yerine getirmesini takdir ederdim. Yıllar geçmiş, ben büyümüş ve kolej öğrenimini tamamlamıştım. Bir gün iş için uçakla seyahat ederken, küçüklüğümün geçtiği bu kasabaya yakın bir merkezde uçak değiştirmek zorunda kaldım. Alanda beklerken, kız kardeşime telefon edip konuştuk. Sonra nasıl oldu bilmem, birden aklıma çocukluk yıllarımın Bayan Danışmanı geldi. Hemen alıcıyı kaldırıp, aynı kasabanın Danışmasını istedim. Hayret, karşıma çıkan, daha doğrusu alıcının içinden gelen o tatlı ve yumuşak sesi hemen tanımıştım. Birden hiç düşünmeden: - "Benim çok güzel bir kanaryam vardı. Öldü. Ne yapayım, bu acıya nasıl dayanayım?" diye sordum. Öbür taraftaki ses bir iki saniye sustuktan sonra: - "Herhalde parmağın iyileşmiştir artık." dedi. Gülerek: - "Demek hâlâ siz burada çalışıyorsunuz. Yıllar öncesine gidecek olursak, o çocukluk yıllarımda sizin bana neler verdiğinizi, bende ne gibi anlaşılması güç duygular uyandırdığınızı bir bilseniz." Dedim.- "Aynı durum benim için de oldu. Siz de akıllı ve tatlı bir çocuk olmak sıfatıyle bana çok şeyler veriyordunuz. Benim kendi çocuğum olmadığı için, sizinle konuşmak, sizin o çocuksu ve saf acılarınız paylaşmak, size bazı alanlarda yardımcı olabilmek de benim için sonsuz bir zevkti." - "Yeniden buralara gelecek olursam sizi arıyabilir miyim?" diye sordum. O ise gülerek: - "Tabi, Bayan Sally'i istiyorum dersen, hemen beni bağlarlar," dedi.Bayan Sally! -Nedense bu isim bana acayip geliyordu. Bayan Danışma'nın bir ikinci ismi daha olamazdı. O, Bayan Danışma ve hep de öyle kalacaktı.Bu olaydan üç ay sonra, yine o bölgeye işim düşmüştü. Hemen en yakın telefon kulübesine koşarak, Danışma'yı istedim ve oradan da bayan Sally ile görüşmek istediğimi söyledim. Bu seferki Bayan Danışma daha genç birine benziyordu. Biraz çekingen bir eda ile: - "Siz bayan Sally'nin arkadaşı mısınız?" diye sordu.- "Evet, çok yakın arkadaşı idim," deyince, üzgün bir sesle: - "Maalesef, Bayan Sally beş hafta önce öldü. Uzun süreden beri hastaydı. Bir dakika, acaba isminiz Paul mu? Tamam size son bir haber bıraktı;eğer bir gün onu telefonla arayacak olursanız, size, "Başka bir Dünya daha vardır ve orada da şarkı söylenebilir" dememizi istedi.Teşekkür ederek telefonu kaparken, Sally'nin ne demek istediğini çok iyi anlamıştım. Yanağımdan aşağı süzülen gözyaşlarını silerken, Bayan Danışma'nın ruhuna Tanrı'dan rahmet diledim.

29 Ağustos 2007

OKULLAR AÇILIYOR



Okullar açılmadan Öğrenci Evi Anatomisine bir göz gezdirelim
Her öğrenci evinde muhakkak ´nöbetçi sistemi´ uygulanır ve günün nöbetçisi, resmi köle statüsünde kullanılır. Yemek sırasında en az elli kere mutfağa gönderilir.
Evdekilerin temel gıda maddeleri yumurta ve patatestir. Bu ikisinin birleşiminden 12 çeşit yemek yapılabilir. Çay yemekten sonra değil, yemekle birlikte içilir.
Her gece kesinlikle saçma sapan bir tartışma konusu açılır. (Düşünmüyorum o halde yok muyum yani? Dünya döndüğü için mi güzel? Attan inip eşşeğe binilir mi?)
Her evin muhakkak suyu, çayı deviren bir sakarı vardır. Ha bi de işlerden kaytaran tembeli bulunmaktadır.
Yemek yapmaya karar verilir ve yemek yapmaya başlandığında eksikler ortaya çıkar, zamanla yarışarak yemek tamamlanır.
Kesinlikle ama kesinlikle temiz çatal, kaşık, tava kalmayıncaya kadar bulaşıklar yıkanmaz.
Her sabah derse geç kalınır ve öğle kalkıp okula yemek yemeğe gidilir. (Okulun yemeği ucuz olduğu için...)
Sınav dönemlerinin favori cümlesi "bu gece yatmıycam ders çalışcam"dır. Gece yatılmaz ama ders de çalışılmaz.
Evin duvarları vize-final tarihleri, ilginç sözler, nöbetçi listesi, harcama listesi gibi yazılı belgelerle süslüdür.
Öğrenci evinin, öğrenci misafirleri de eksik olmaz ve gelen misafire önce "bi kola al da içelim"diye başlanılan ısmarlatma olayına,iyice sövüşleninceye kadar devam edilir.
Ev genelde bodrum ve giriş katta olduğundan, pencereden girilebilir özelliktedir. (Her ihtimale karşı bi pencere muhakkak içeriden kilitlenmeyerek açık bırakılır.) Dış kapı ise zaten kilitlenmez.
Ev fertlerinin tamamı leyla gibidir, yani aşk trafiği yoğundur. Kimininki platoniktir, kafayı yer ve yedirtir, kimi romantik takılır, şiirler ezberlenir, kimi ise akşam ansızın nişanlı olarak eve dönebilir.

28 Ağustos 2007


BU KAPI NEYİ SİMGELİYOR?
19'uncu yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt'ın, bir bahçeyi anlatan tablosu Londra Kraliyet Akademisi'nde sergileniyordu. Hunt'ın "Evrenin Işığı" adını verdiği bu tabloda gece elinde bir fenerle bahçede duran filozof görünüşlü bir adam vardı.
Adam,öteki eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden sanki bir yanıt bekliyormuşçasına duruyordu.
Tabloyu inceleyen bir sanat eleştirmeni Hunt'a döndü:"Güzel bir tablo doğrusu, ama anlamını bir türlü kavrayamadım"dedi." Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu çizmeyi unutmuşsunuz da..."
Hunt gülümsedi. "Adam sıradan bir kapıya vurmuyor ki..." dedi ve tablosunun anlamını açıkladı.
"Bu kapı, insan kalbini simgeliyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışında kola gereksinim yoktur..."

27 Ağustos 2007




AKILDAN, OKULDAN YANA-ETİKA-122 Okula ilk başladığımız yıllardan şunları hatırlayorum. Öğretmenlerimizden biri: – Tanrı o kadar büyük, o kadar büyüktür ki, insan göremez.. demişdi. Başka bir öğretmen de: – Mikrop o kadar küçük, o kadar küçüktür ki, insan göremez.. demişdi. Başka öğretmenlerimiz de, iyilik, doğruluk, kahramanlık, yüreklilik, vatan, nüfus... gibi göz ile görülmeyen, el ile tutulmayan kavramlar üzerinde düşünmeye zorlamışlardı. Sonra, bizlere, görebileceğimiz, tutabileceğimiz, taş, demir, tahta, yaprak, toprak gibi şeyleri gösterip öğrettiler. Şimdi bakınıyorum da.. Görüp öğrendiklerimizden çok görmediklerimiz bizleri bugün de tartışmalara sürükleyor. Görülmeyenleri öğretmeye çalışırlarken bizleri görülenlerle mi oyaladılar yoksa! Yoksa görülenleri öğretmek isterlerken görülmeyeceklerle mi oyaladılar bizi?

Özdemir Asaf

25 Ağustos 2007

YALNIZLIĞIM BEN GELDİM GENE

Hayat çek ellerini üzerimden, kalbim yağmalandı toparlanıcam benden uzak dur biraz....En yüksekteki güzel çiçeğe dokanamadan sürüldüm saklı bahçeden... Bir kez daha hissettim yetimliğimi öksüzlüğümü....İşim çok hayat blok blok taşları devrildi duvarlarımın azıcık ışık gelsin dedim yıkıp geçtiler ne kıymet bildiler ne de anlamak istediler ....Hayat dur çok işim var teker teker tuğlaları koyup duvarımı örücem ellerimi kanatıcam canımı yakıcam ama hissetmiyeceğim...Çünkü daha ağır acıyla insan hafif olanları hissetmiyor...
Yalnızlığın kapısı hep açık ardına kadar :) yüzüme kapanmayan tek kapı bu işte Yalnızlığın kocaman kapısı....
İşim var hayat çek ellerini üzerimden, duvar örücem kalbimi koruyacağım, yorgun argın yalnızlığa sesleneceğim ' Hey kadim dostum YALNIZLIĞIM ben geldim gene, elimde acılarım kalbimde sızılarım kadim dostum ben geldim gene '
Agnus Dei

24 Ağustos 2007

KIRILGAN


KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
Gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı
Murathan Mungan
Beni en iyi tanımladığını düşündüğüm bu şiir aslında tesadüfen karşıma çıktı ...Görür görmez 'aaaa bu benim 'dedim
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Portakalmavisi bir; hüzünleri dibine kadar yaşamadan terketmeyen, sonrasında da ardına dönüp bakmayan hüzünbaz zamanlar cambazı....

pin

yukarı